9 Mart 2009

The Dynamics

Photobucket

Reggae ile çok aramın iyi olduğunu söyleyemem, ama Latin de sevmememe rağmen Babylon'daki Señor Coconut konserinde deli gibi eğlenebildiğimi gördükten sonra The Dynamics'e bir şans vermek gerektiğini düşünüyorum, reggae sevmeyenlerin bile evet. 

Seven Nation Army, Miss You, Girls and Boys, Fever gibi popüler parçaları, "Amerikan soul'u ve Jameika müziğinin birleşimi" olarak tanımladıkları kendi tarzlarında yorumlayan The Dynamics'in sound'u, soul, reggae, dub'ın old-school lezzetlerle modern prodüksiyon tekniklerinin birleşiminden oluşuyor. Grup güçlü vokallerle ve etkileyici sahne performanslarıyla isimlerinin hakkını veriyorlar. Cumartesi gecesi Babylon sahnesinde.

12 Şubat 2009

Dirk Vermeiren ve Soul Sendikası

Bir kısmı zorunlu, bir kısmı keyfi olan sessizliği bozmanın vakti gelmiştir. Bu hafta Le Cool'da arkadaşım Dirk Vermeiren'a yaptığım mini röportajın "croplanmış" versiyonu yayınlandı. İşte o röportajın full versiyonu.

dirk

Uzun yıllar anavatanı Belçika'da devlet televizyonu ve radyosu için çocuk programları yapan Dirk Vermeiren, yeniliğe ihtiyaç duyduğu için 2002'de iki aylığına Türkçe dersi almaya geldiği ve aşık olduğu İstanbul'a yerleşti. O zamandan beri Belçika ve Hollanda mecralarına muhabirlik yapan Vermeiren, Türkiye ile ilgili 3 tane kitap yazdı. Mayıs 2008'den beri ise Amerikalı dostu Ansel Mullins ile beraber Açık Radyo'da Soul Sendikası isimli programa evsahipliği yapıyor. Kendilerine has Türkçeleriyle sundukları programda, ilaç gibi olduğunu düşündükleri soul müziğini sevdirmek için geniş arşivlerinden seçtikleri old skool funk, soul, R&B ve gospel'in en güzel örneklerini dinleyicileriyle paylaşıyorlar. Bu şehrin sırrı bana kalsa denize bağlı. Pek çok iyi hatırlıyorum, İstanbul'da ilk geldiğimde tamamen kaybolmuştum. Asya nerede? Avrupa'dayım ya da değil miyim? Bu Haliç mi ya da Boğaz mı ya da Marmara Denizi mi? Bazı İstanbul semtlerinde köy havası vardı, bazı gittiğim semtlerinde çok trendy ve inanılmaz bir snob havası fark ettim. Derken sembol anlamı besbelli: İstanbul şehir olarak bir insanın kimliğini soruşturuyor: sen kimsin? Pek çok İstanbul'a gelen insanlar benim gibi aynı şaşkınlığı yaşıyor bence. Benim İstanbul'um dostlarıma bağlı. İstanbul'da inanılmaz güzel dostlar buldum. Çoğu Türk ya da uzun zamandır İstanbul'da yaşayan ve o yüzden yarım Türk sayabilen yabancılar. Hep yapmak istedim şey Istanbul'da iki deniz manzaralı daireler satın almak. Birinci Avrupa kenarında, ikinci Aysa kenarında. Yani sabah Avrupa'da yaşamak, öğleden sonra Asya'ya taşınmak. Güneş'i takip etmeyi istiyorum. İstanbul bana enerji şarj almak demek. İstanbul varken kimin facebook'a ihtiyacı var?

11 Aralık 2008

Little Boots'tan yeni mix

Daha önce Little Boots'tan bahsetmiştim. Little Boots başarılı bir seneyi geride bırakıyor. 2009'un da kendisine uğurlu geleceği belli, nitekim BBC'nin her sene onlarca İngiliz müzik profesyonelinin yardımıyla oluşturduğu, senenin en çok konuşulacakları listesine giriş yaptı. BBC Sound of 2009'a mutlaka bakın. Konuyla ilgili santralhaber için detaylı bir haber yapacağım, yakında buralarda olur...

Little Boots yeni yıl için yeni bir mix yapmış. Yeni biten Automatic Lovers turnesinin izlerini taşıyan Automatic Lovers Mix'i buradan indirebilirsiniz. Ayrıca Annie Mac'in Radio 1'da yayınlanan programına konuk olmuş, bir de minimix kaydeymiş. Afiyet.

20 Kasım 2008

Swayzak Indigo'daydı...

7 Kasım 2008'de yaptığım ve Rolling Stone'da yayınlanan, iş yoğunluğundan buraya eklemeye fırsat bulamadığım Swayzak röportajım...

İstanbul'un en sevilen kulüplerinden Indigo'da gerçekleşen Swayzak performansı öncesinde ikiliden David Brown ile konuştuk.

1990'lı yılların sonunda dans müziği sahnesinde fırtına gibi esen Swayzak, Türk hayranları ile tekrar buluşmak için İstanbul topraklarına ayakbastı. Uçağın geç gelmesi sebebiyle pek sohbet modunda olmasa da grubun beyni David Brown performansı öncesinde sorularımızı içtenlikle cevapladı. 

Dans müziğinde belli bir dönemin öncüsüydünüz. Artık kendinizi tekrarlıyor olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Yeni şeyler üretiyor olsak bile aynı fikirler üzerinden ürettiğimiz için kendimizi tekrar ediyor olabiliriz. Biz müziği kendimiz için yapıyoruz, satmak için ya da bir akıma uyum göstermek için değil. Bazıları müziğimizi minimal, bazıları techno bazıları ise deep olarak tanımlıyor. Biz bu tanımlamalara da takılmıyoruz. Minimalizm son yıllarda oldukça popüler bir akım haline geldi. Evet, biz de bu akımın parçasıyız, ama özel olarak minimal ürettiğimizi söylemem. 

10 seneden uzun bir süredir içinde bulunduğun dans müzik endüstrisinin geldiği noktayı nasıl buluyorsun? 
Oldukça sağlıklı buluyorum. Kulüplerde çalmayı çok seviyorum, kulüp kültürünün geldiği noktadan memnunum. Geçen sene Berlin'deki kulüplerde resmen bir patlama vardı, ama bu sene Berlin o popülerliğini yitirdi. Sektör başka şehirlere kayıyor her sene. Dans müziği nasıl bir noktaya gelirse gelsin insanlar her zaman dans etmek isteyecek ve sektör hiç ölmeyecek.

Bu aralar neler dinliyorsun?
Sürekli kulüplerde çaldığım için evimde sakin şeyler dinleyip kafa dinlendirmeyi seviyorum. Ambient, melankolik zaman zaman chill-out. Bu aralar Amerikalı William Basinski'nin işlerine kafayı takmış durumdayım, yaptığı müzik çok ilham verici mutlaka dinlemelisin. Voice of the Woods diye bir grup keşfettim yakın zamanda. Trendleri takip edip ona göre müzik dinlediğimi söyleyemem. Tabii kulüplerde çalmak için gidip plaklar almaya devam ediyorum. Ağırlıklı olarak Alman ve İngiliz techno plak şirketlerini takip ediyorum. 

Dijital müzik hakkında ne düşünüyorsun?
Avantajları ve dezavantajları var dijital müziğin. Aldığınız CD'lerin ''ının rezalet olduğu şu dönemde dijital müzik hayat kurtarıyor, ama tabii gerçekten başarılı ve iyi CD'lerin de satışını engelliyor. Bence insanlar beğendikleri sanatçıların CD'lerini/plaklarını satın alarak onlara destek olmalı, dijital müziğin en büyük dezavantajı bunu öldürmesi. Müzisyenlerin de insanların düşündüğünün aksine çok iyi para kazanmadığını da söyleyebilirim. Kişisel olarak dijital müziği tercih etmiyorum, her zaman CD ve plak dinlemekten yanayım. 

Discogs.com'a göre Silent Love en son yayınladığın single. Sırada ne var?
Discogs öyle mi diyor? Bir gün o siteye girip hakkımda başka neler diyor bakmam lazım! (Gülüyor) Yakın zamanda üç tane 12''lik yayınlayacağız, Snowboarding In Argentina albümümüzün 10. yılı şerefine. Albümdeki parçalar remaster edildi. Bizim için çok özel bu kayıtlar, elektronik müzikteki yeni trendlerle de 10 yaşında olmasına rağmen hala örtüşüyor. Yeni remix vs. beklemeyin bu single'larda. Onun dışında yeni parçalar kaydetmeye devam ediyoruz, ama yeni bir albüm için henüz tarih veremeyeceğiz. 

K7 ile çalışmaya devam edecek misiniz?
Hayır! K7'nin çalışma tarzını artık beğenmiyorum, yaptıkları işlere olan ilgimi de kaybettim. Para kazanma hırsları yüzünden kendilerinin de beğenmedikleri işleri yapma yoluna girdiler. Onlarla tekrar çalışmayacağız. 

İstanbul'da çok kez çalmaya geldin. Türk seyircisi hakkında ne düşünüyorsun? Bazıları Internet'te Türk seyircisini küçümsediğiniz yönünde yazılar yazmış, ne dersin?
Türk seyircisini seviyorum. Seyirciyi nasıl küçümseyebilirsin ki? Bence bu saçmalık. Bir kişinin böyle bir yorum yazması doğru olduğu anlamına gelmez. 2000 kişilik bir kulüpte verdiğim bir performans sonrası herkes mükemmel zaman geçirdiğini bana söylerken biri gelip performansımdan nefret ettiğini söylemişti. Herkesi mutlu edemezsin. İstanbul'da çalmayı Avrupa'daki birçok şehirde çalmakya tercih ederim!

Son olarak, DJ'lik yapmayı mı yoksa canlı performansı mı seviyorsun?
İkisini de eşit olarak sevdiğimi söyleyebilirim. Bazen canlı çalmak zor geliyor, bazen DJ set. Çaldığım mekana ve başka bir çok etkene göre değişiyor, seyirci, ortam, ruh halim gibi. Çıkıp pikap döndürmek tabii daha kolay, ama canlı performansla insanları coşturmanın beni daha çok tatmin ettiğini söyleyebilirim.

13 Kasım 2008

Phonem videoları

Bu sene Phonem'de Sonny J, Robots In Disguise, Annie ve Streetlife DJs'i izledim. Robots In Disguise mekan kurbanı oldu, ses sistemi daha önce yazdığım gibi rezalet. Nooolur Studio Live'da iyi gruplar çıkmasın diyenler kaleye mum diksin.

Hatıra olsun diye çektiğim iki video...




6 Kasım 2008

Bu cumartesi Digitalism

digitalism

Digitalism artık electro’nun yeni yetme yıldızlığından bugün, başarısı herkes tarafından kabul gören olgun bir konuma terfi etmiş durumda. 2007’nin en önemli albümlerinden Idealism’e tek bir olumsuz eleştiri bile almadıklarını bile söylemişlerdi röportajlarında. Son dönemde Jence ve İsmail ikilisi Idealism’deki parçalarının remix çalışmalarını ve Kitsuné Maison 6 toplaması için Taken Away isimli yeni bir parça yayınladı. Bu cumartesi gecesi de Digitalism’in dünya tatlısı Türk elemanı İsmail Tüfekçi, en taze Digitalism remix’lerini ve dans müziğinin en eğlenceli örneklerini Otto Santral’de döndürecek. Geçen sene, DJ setinden sonraki gün aşırı dans edenlerin ciddi bacak ağrısı çektiğine şahit olunmuştur, bilginize!

Son iki yılda yıldızı parlayan adam Sonny J

Radikal'de çıkan ilk röportajım! Sadece bana ait olmayan patlangoç başlığı değiştirme ihtiyacı hissettim :)

Son iki yılda parlayan yapan Sonny J, Phonem by Miller kapsamında İstanbul’daydı. 2008 tarihli Disastro albümü çok iyi eleştiriler alan Sonny J, gelecekle ilgili planları sorulduğunda ‘‘Disastro gibi bir albüm değil, Disastro kadar iyi bir albüm yapmak istiyorum’’ diyor.

sonny j

Fotoğraf benden.

Bir gece öncesinde sabahın ilk ışığına kadar Londra’da DJ’lik yapan Sonny J, geçen cumartesi gecesi Phonem by Miller kapsamında santralistanbul’da yeni açılan Tamirane’de sahne aldı. Performans öncesi konuştuğumuz Sonny J, uykusuzluğunu ve yorgunluğunu sahnedeki enerjisine hiç yansıtmayarak grubuyla beraber temposu yüksek bir performans sergiledi. 32 yaşındaki Sonny J’i sadece iki senedir tanıyoruz, ‘Can’t Stop Moving’ ve ‘Handsfree (If You Hold My Hand)’ hitleri ve son zamanlarda çok konuşulan 2008 çıkışlı Disastro albümüyle. Daha önce de müzikle ilgileniyor olmasına rağmen uzun seneler sevmediği işlerle uğraşırken kendisini bulmuş, sonrasında da demolarıyla EMI’ın kardeş şirketi Stateside Records’un dikkatini çekmeyi başarmış, yani şansı geç açılanlardan.

Sound’unu yarı Gnarls Barkley yarı The Avalanches olarak tanımlıyorlar, ne diyorsun?
Vay be! Eğer bir dergide bir sanatçıyla ilgili böyle bir şey okusaydım kesinlikle çok ilgimi çekerdi. Ben de o dönemde (2001) The Avalanches gibi sample’larla parçalar yapmaya çalışıyordum, ama henüz bir plak şirketiyle anlaşmam yoktu. ‘Since I Left You’ albümünde 3 bin 500 plak sample’ı kullanıldığı söyleniyor, bu inanılmaz, The Avalanches’ın en takdir ettiğim yanı bu. Ama benim o zamanki çalışmalarım şimdiki kadar iyi değildi. Kendimi son dönemde çok geliştirdiğimi söyleyebilirim. Mesela hâlâ nota okumayı bilmiyorum, bu yüzden bir şekilde piyano çalmayı öğrendim kulaktan. Gnarls Barkley için zaten diyecek bir şey yok, Danger Mouse’un sıkı bir hayranıyım.

Disastro albümü nasıl ortaya çıktı?
Albümdeki ikinci parça ‘I’m So Happy’ arkadaşlarım tarafından çok beğenildi, bu benim kendi sesimi kullanmadığım tek parçamdı ve evet mesajı almıştım! (Gülüyor) Albümde de kendi sesimi kullanmamaya karar verdim. Sample’lardan yararlandım ve bir bayan vokalistle anlaştım. İlk başta Joan As Policewoman ile görüştük ama ondan istediğim sesi alamadım. Şimdilerde pek meşhur olmuş. Sonra Myspace’den bir Fransız kız bulduk, adını unuttum (Tekrar gülüyor). Onla çok rahat çalıştık, tek seferde bütün vokalleri kaydettik.

Disastro’ya gelen yorumlardan memnun musun?
Evet evet kesinlikle. NME’yi biliyorsundur, oradaki insanlar son derece depresif ve biraz gıcıklardır, onlar bile albümüme 10 üzerinden 8 vermiş, çok şaşırdığımı belirtmeliyim. Tabii olumsuz dönüşler de almadım değil.

Sen neler dinliyorsun?
Super Furry Animals ve Beck hayranıyım. Beck’in Odelay albümü Disastro’ya çok önemli bir ilham kaynağı oldu. Beck artık kendi bile malesef bu tarz müzik yapmıyor, ama son albümünü (Modern Guilt) beğenmedim değil. Danger Mouse seviyorum, funk ve zaman zaman daha yumuşak-sakin müzikler... Eskilerden Cat Stevens ve Joni Mitchell. Ah ve şu Justice, zaten onları kim sevmiyor ki? Girl Talk da şu sample kullanma işinde oldukça başarılı. Aslında stüdyoda çok zaman geçirdiğim için çok müzik dinlememeyi tercih ediyorum, konsantrasyonum bozulduğumda Radio 4’da Muse gibi sıkıcı şeyler dinleyerek kafamı dağıtıyorum.

Senden gelecekte neler beklemeliyiz?
Yeni bir albüm tabii. Sony ile yeni bir yayım anlaşması imzaladık, daha dün. Johnny Cash için çıkacak bir remix albümü için stüdyoya gireceğim Amerika’da. Snoop Dogg da albümde yer alacakmış (Gülüyor). Bu albümün seneye çıkması planlanıyor. İkinci stüdyo albümüm için de şimdiden çalışmaya başladım. Londra’nın yakınlarındaki Whitstable’daki evimde, Londra’nın kasveti ve kalabalığından izole bir şekilde deniz kenarındaki evimde çalışıyorum. Bu sefer sample kullanmayacağım, çünkü teliflerden dolayı çok pahalıya mal oluyor. Zaten sample’lar kullanarak kendimi tekrar etmek istemiyorum, Disastro gibi bir albüm değil, Disastro kadar iyi bir albüm yapmak istiyorum. Prince’in 80’ler etkisinin çok hissedileceği bir albüm olacak diye düşünüyorum. Biraz elektronik, biraz kaliteli R&B, biraz pop, belki çok az da retro öğelere yer verebilirim. 

Bu da konserden bir kare (teşekkürler Berna!)

sonny tamiranede

5 Kasım 2008

Kitsuné Maison 6 teaser video

Daha önce bahsettiğim Kitsuné Maison 6 için bir tanıtım videosu yapmışlar...

Robots In Disguise

robots in disguise

Chris Corner eğer bir grubun elinden tuttuysa ya o gruba gerçekten güveniyordur ya da o gruptan birisi sevgilisidir ya da hep biri! Trip-hop tarihinin Massive Attack, Portishead ve Tricky gibi öncüleriyle beraber anılan Sneaker Pimps’in beyni Chris Corner aynı zamanda solo projesi IAMX ile de kendinden sözettiriydu. Elbette yazımın konusu Corner değil, müzik kariyeri bu kadar başarılı olan birisinin önemsediği Robots In Disguise'ın neden önemsenilmesi gerektiği… 

Dee Plume (vokal, gitar) ve Sue Denim’den (vokal, bas) oluşan Robots In Disguise ikilisi, 2000’lerin başında popüler olan electro clash akımını günümüze kadar devam ettirebilen sayılı gruplardan. En sevdiğim parçaları kendi adlarını taşıyan 2001 çıkışlı albümlerinden Boys, Transformer, DIY ve 2004 çıkışlı Get RID!'den Turn It Up. Son albüm We're In The Music Business ise doğruyu söylemek gerekirse beni çok sarmadı. Bu üç albümün de prodüksiyonunu Sue'nun manitası Chris Corner yaptı. 

Akşam Studio Live'da bu ikilinin Phonem By Miller kapsamında vereceği konserini izleyeceğim. Her ne kadar Studio Live'dan nefret etsem de gideceğim. Orda gittiğim en son konserin de IAMX olması ironik! Çalışanların montlarımızı kaybettikleri ve Chris Corner şapkasını hayranlarından birine kaptırıp küplere binmesi sebebiyle oldukça tatsız geçmişti benim için o konser. Robots In Disguise konserinin tatsız geçmemesini ümit ediyorum. Yorumları, fotoğrafları ve video'ları yarına...

3 Kasım 2008

Gamma Ray

Bir süredir adam gibi yazamadım. Affettirmek için yeryüzünde en sevdiğim müzisyenlerden biri olan Beck'in yeni klibi Gamma Ray'i paylaşıyorum, ki bu parça Temmuz'da yayınlanan albüm Modern Guilt'teki favorimin ta kendisi. Albüme prodüktör olarak Gnarls Barkley'den tanıdığımız Danger Mouse'un elinin değdiğini belirtmeden de geçemem!

Bu arada artık MTV, yayınladığı bütüüüün klipleri MTV Music sitesinde online izleme seçeneği sunuyor. Dahası sevdiğiniz klipleri embed ederekten paylaşabiliyorsunuz. Buyrunuz...

2 Kasım 2008

İlkler özel midir?

Dün ilk gazete röportajımı Radikal için Sonny J ile yaptım. Birkaç güne buralarda...

23 Ekim 2008

Hayal ile mini röportaj

hayal

25 yaşındaki Hayal Pozantı, Robert Kolej'i bitirdi, Sabancı Üniversitesi'nde Görsel Sanatlar ve İletişim Tasarımı eğitimini tamamladı. Beymen ve t-box için çalıştığı iki senenin ardından özgürlüğünü ilan etti, halen illüstratör ve tasarımcı olarak geniş yelpazedeki müşterileriyle freelance çalışma devam ediyor. Şimdi ise (İstanbul, New York, Stockholm ve Rotterdam'da katıldığı grup sergilerinin ardından) Beyoğlu Play'de 31 Ekim'e kadar devam edecek olan ilk kişisel sergisinin heyecanını yaşamakta. Serginin bir sonraki durağı ise New York. Bu şehrin sırrı, kar yağdıktan sonra havayı kaplayan gri renkte yatıyor. Hep yapmak istediğim şey, köprünün üzerinden yürüyerek karşıya geçebilmek. Benim İstanbulum, küçüklüğümde hatırladığım haliyle kalacak hep aklımda. Rüyamda David Bowie ile Boğaz'a nazır bir balkonda sohbet ediyorduk. İki gece önce.

Fotoğraf: Aylin Güngör

16 Ekim 2008

Haftasonu

DJ Food

DJ Food Akbank Caz Festivali kapsamında en lezzetli plaklarını sizlere sunmaya geliyor! Enstrümantal hip hop, nu-jazz, drum'n'bass ve chill out'un Londra merkezli en önemli plak şirketlerinden Ninja Tune'un yıldızlarından DJ Food projesi, 1990’lı yılların başında DJ'ler için leziz parçaları sunuyor. Jazz Breaks serileri, A Recipe For Disaster, Refried Food, Kaleidoscope derken türünün önemli örneklerine imza atan DJ Food yeni albümünü (öğününü) yakın zamanda servis etmeye hazırlanıyor. Ninja Tune hayranlarının kaçırmaması gereken bir performans.

Murat Beşer

Senelerdir belirli bir kitlenin favori mekanıdır Peyote. Bu kitlenin bir kısmı terası sever, arada orta kattaki konserlere gider. Diğerlerinin ise vazgeçemediği kat bütün havasızlığına, sıkış pıkışlığına, itiş kakışına, dans edilebilecek alan olmamasına rağmen alt kattır! Bazı insanlar için şeytan tüyü var derler ya, Peyote'nin alt katında da öyle farklı bir şey var senelerdir tanımlayamadığım. Bu Cumartesi ise her hafta sonu demirbaş Cüneyt yerine, Türkiye'nin en önemli müzik yazarlarından Murat Beşer farklı bir hava estirmek için DJ kabininde bulunacak. 70'lerin disco ve funk’ını onun elinden, Peyotemizde, ellerimizde tombul şişeli biralarımızla dinleyeceğiz.

Lecool'da yayınlandı.

Ayrıca Cumartesi The Hall'da geçtiğimiz sezon süper bir performans sergilemiş olan Jazzy B tekrar pikapların başında olacak, oldschool sevenlere duyurulur. Ottosantral'deki Armand Van Helden de cabası.

Haftaya da Parov Stelar'ın grubuyla canlı performansı var. Dadından yenmez ve tabii kaçmaz!

15 Ekim 2008

Yeni Rakı reklam filmi

11 Ekim 2008

Amanda Palmer'ı kim öldürdü?

Photobucket

Hoppili hoppili nereye kadar? Biraz da depresif müzikler dinleyelim. Mesela The Dresden Dolls'dan tanıdığımız Amanda Palmer'ın Eylül ayında yayınladığı yeni albümü Who Killed Amanda Palmer'a kulak verelim. Amanda Palmer'ın görünüşü bana biraz korkunç gelse de sesine ve müziğine hayranım. Albümün hikayesi de şöyle: Bir gün Ben Folds'dan bir fan maili gelir. E-maili gönderenin gerçek Ben Folds olduğunu öğrendiklerinde de yazışmaya başlamışlar ve Yes, Virginia turnesinin Avustralya ayağında da Amanda ile Ben tanışmışlar. Amanda da demiş ben solo piyano albümümü yayınlamayı düşünüyorum, Ben de demiş Nashville'deki stüdyomda beraber yapalım, albümün prodüktörlüğünü de üstlenmiş. Albümün web sitesinde kayıt sürecine ait onlarca fotoğraf var, hatta Amanda'nın barda yorgunluktan sızmış bir fotoğrafı bile var. Sonuç? Tek kelimeyle dört dörtlük bir albüm. Açılış parçasıyla sizi yakalıyor, son parçaya kadar sürüklüyor. Benim favorim Astronaut. Ama en acayip parça şüphesiz Oasis. Albümün tek neşeli tempoya sahip parçasında Amanda bir partiye gittiğini, alkolü su gibi içtiğini sonra tecavüze uğradığını, test yaptırmaya gittiğini, oradaki hemşirelerin kendisine iyi davrandığını, testin pozitif çıktığını, kürtaj yaptırdığını falan anlatıyor. 

Bu arada The Dresden Dolls ile ilgili açıklamada bulunmuş Amanda Myspace'inde. Grup işinin ve karşılıklı iletişimin çok zor olduğunu, bu sebeple de Brian Viglione ile birbirlerini delirttikleri ve hatta aylarca konuşmadıklarını yazmış. Grubun kesinlikle dağılmadığı, sadece biraz kafa dinlemeleri gerektiğini belirtmiş. Yani gelecekte The Dresden Dolls yeni bir şaheser ile karşımıza çıkabilir. 

Depresif müzik demişken, John & Jehn'in The Debut Album'ünü de deneyebilirsiniz. The Donkeys'in Blood Hill ve Interpol'ün Poineer of the Falls parçalarını da (hala dinlemediyseniz) tavsiye ederim.

10 Ekim 2008

Hayal'in Odası

Bugün çok sevdiğim arkadaşım Hayal Pozantı'nın ilk kişisel sergisi açılıyor...

hayal


Öykü'nün bu sergiyle ilgili Le Cool'un 100. sayısında yazdığı yazısı:
Günümüz görsel sanatlarını işgal eden gereksiz organizmalara cif etkisiyle gelen başarılı şahsiyet Hayal Pozantı, geçmişten günümüze hayata geçirdiği eserlerini Play Studio’da sergileyecek bizlerde mest olacağız. Şimdiye dek yaptığı say say bitmez illüstrasyonlar arasında T-box, Bant Dergisi, Beymen, Radyo Eksen, Nike ve daha birçok mainstream markaya yeni bir bakış açısı getiren çalışmalarıyla diğer rakiplerinden sıyrılan, gerçekten farklı tarzıyla bas bas bağıran güzide bir sanatçı o. Çizimleriyle birlikte doğurduğu, onların bir uzantısı olan fotoğraf çalışmaları ve moda tasarımlarıyla da sürekli ‘ben burdayım!’ diyor. Tepkisiz kalmayınız, gidiniz, geziniz, görünüz, gördürünüz efendim.
Ben akşam açılışta olacağım, siz de gelseniz ya da sonra sergiyi ziyaret etseniz fena olmaz mıydı?

9 Ekim 2008

11 senenin ardından gelen albüm

Purelectronicmag.com'da yayınlandı.

Metro Area grubuyla tanınan Morgan Geist, 1997'de yayınladığı The Driving Memoirs'in ardından ikinci solo albümüyle dans pistlerine geri döndü.


morgan geist

Detroit sound'unun İngiliz yorumuna hayran olan, bu müzikten aldığı ilhamla sektöre 1994 yılında giriş yapan New Jersey çıkışlı Morgan Geist, Double Night Time’ı yayınlamadan önce müziğe küsme noktasına gelmiş. Sebebi ise müzik piyasasının gidişatından memnun olmaması. “15 yaşındayken internet olsaydı ve orada parçalarımı yayınlayabilseydim bu durum beni aşırı derece heyecanlandırırdı. Plak şirketi yönetmeye başlayıncaya kadar (Environ) kayıtlarımın satılıp satılmaması açıkçası umrumda değildi, ama insan 35 yaşına gelince hayatını geçindirmeye önem veriyor. Artık albüm yayınlanmadan üç ay önce insanların iltifatlarda bulunması beni sektörden soğutuyor!”

Peki bu kadar pesimizmin ardından Double Night Time nasıl su yüzüne çıkabildi? Bunun cevabını da veriyor Geist: “Sadece 1997’de yayınlamış olduğum bir albümle ölmek istemedim!” Her ne kadar bu süreçte yaşadığı motivasyon sorunlarından albüm kaydetmemek için binbir sebep bulsa ve yaratıcılığının yerlerde süründüğünü hissetse de bu albümü bitirebilmiş, iddialı da.

Morgan şu ana kadar ürettiği kayıtlarda ilk defa bu albümde vokal kullanmış, imdadına Junior Boys’dan Jeremy Greenspan dingin sesiyle yetişmiş. Her ne kadar parçaların hepsini kendisi yazmış olsa da (City of Smoke and Flame hariç, onu da beraber yazmışlar) albüm buram buram Junior Boys kokuyor. Hatta bana deseler ki bu Junior Boys’un yeni albümü, vallahi inanırdım! Tabii bu Morgan ile Jeremy’nin aynı tarzlara olan ilgisinden kaynaklanıyor: electro pop, electro disco, synthpop ve techno pop. Bu ikili bir araya gelince de bu tarzların güzel bir örneği ortaya çıkmış.

Double Night Time’da basit, sakin, sıcak synth’lerin kullanıldığı, keyifli electro pop parçaları yer alıyor. Albüm Greenspan’ın beyaz soul yorumu ve Geist’in kaygan kompozisyon yapısıyla, Geist’in Metro Area’dan sonraki en başarılı çalışması olarak değerlendiriliyor. Albümde yer alan en iyi parçalardan Detroit’le de aynı isimle yayınlanan EP’de Carl Craig imzalı iki de remix bulunuyor. Double Night Time’la ilgili daha fazla yorum yapmak da artık size kalmış.

Sanatçıyla ilgili bir haber daha kendisinin artık daha fazla DJ’lik yapmak istemiyor oluşu. DJ’liği çok sıkıcı ve yapay bulurken, canlı performanslar sergilemeyi tercih ettiğini belirtiyor. Albümü kapsamında da performanslarına başlamış durumda, video paylaşım sitelerinde son görüntüleri izleyebilirsiniz!

Kim demiş köpekler iyi müzik yapamaz diye?

Purelectronicmag.com'da yayınlandı.

Robot (Daft Punk
) veya çizgi roman kahramanı (Kavinsky) elektronik müzik icracılarına çoktan alıştık. Bir de bunların electro-techno’cu köpüş versiyonu var. Rex The Dog işi abartıp röportajlarında soruları havlayarak cevaplıyor!

rex the dog

Rex The Dog Kompakt’la anlaşmak için sözleşmeye patiyi bastıktan sonra bir kaç sene sahibinin kimliği gizlendi. Bazıları onun Alman br electro/techno prodüktörü olduğunu iddia etti, bazıları ise süper zeki mutant bir köpek olduğunu. En sonunda bu kişinin 90’ların başında JX adı altında kayıtlar yayınlayan İngiliz prodüktör Jake Williams olduğu ortaya çıktı. Jake Williams’ın patileriyle erişemediği tuşlara basarak Rex’e yardım ettiği de iddialar arasında!

Rex’in artık kim olduğu bilinse de hala kimliğini neden gizlediğine dair resmi bir açıklama yok. Jake kibarca bu soruları cevapsız bırakıyor. Bu sırrın arkasında Jake’in konuşmaktansa müziğini konuşturmak istemesinin yattığı tahmin ediliyor. Bu kulağa klişe gelse de, Rex karakterinin ciciliği ve Jake’in marjinal duruşu bunu göz ardı etmemi sağlıyor.

BBC Radio 1 programcısı Annie Mac ile yaptığı röportajda evet için bir, hayır için iki kere havlayarak cevap veren Rex için Jake, evet hayırla cevaplanamayan soruları Rex adına konuşarak cevaplıyor, “O” ya da “biz” öznelerini kullanarak. Annie Mac’in programında ayrıca Rex’in minimix’i de yayınlandı.

70’lerin synth’lerine olan merakıyla tanınan Jake, JX ismiyle yayınladığı kayıtlarla (misal 93 yılının kulüp marşı Son of a Gun), henüz 16 yaşındayken adından söz ettirmişti. Planet Perfecto, Mekka ve Trouser Enthusiasts gibi gruplara dahil olmuş, kalitesiz olduğunu düşündüğü türden mainstream müzikle uğraşmış olmanın utancıyla kendine Rex kimliğini yaratarak müzikal kariyerinde temiz (ama biraz tüy döken) bir sayfa açmış.

2000 yılından beri bilimum remix’ler (Depeche Mode'dan Photographic, The Knife'dan Marble House, Mylo'dan Drop The Pressure, Client'dan Radio, The Prodigy'den Girls, Soulwax'ten E Talking, Röyksopp'tan Beautiful Day Without You) ve 7-12 inçlikler yayınlayan Rex The Dog, biraz geç de olsa bir albüm yayınlama kararı aldı. 1 Eylül 2008 itibariyle de sadece kendi kayıtlarını yayınlamak için kurduğu Hundehaus Records etiketiyle debut uzun çalarını satışa sundu. I Can See you; Can You See Me? isimli single’ı ise albüm öncesinde piyasaya sürüldü, video klibi yayınlandı. Single Oliver Huntemann, Drop The Lime gibi isimlerin remix’lerini de içerdi.

Rex The Dog’un albümünün çıkması neden bu kadar zaman aldı, o da merak konusu. Rex The Dog Show, Rex The Dog’un iki - dört sene önce yayınlanan 12 inçlik kayıtların A ve B side’larında yer alan Frequency, Prototype, Maximize, I Look into Mid-Air’in kırpılmış versiyonlarından, iki eski remix’inden (The Knife’ın Heartbeats’i ve The Sound’un Tony The Beat’i) ve tabii bir kaç yeni parçadan oluşuyor.

Yeni parçalardan Itchy Scratchy’ye vokallerde Ping Pong Bitches'in parmağı dokunmuş. Diğer yeni parçalar sırasıyla Gecko, Bubblicious, Heartsong, Circulate ve Italian Skyline. Bunlar Rex The Dog’un eski parçalarına aşina olanları pek şaşırtmıyor, ama kendini tekrarladığını da düşündürtmüyor.

Rex The Dog albüm kaydı sırasında ağırlıklı olarak (ben çok anlamsamda) Korg 700S ve CASIO CZ230-S’den yararlanmış. Albüm electro’dan, tech house’dan ve electro pop’tan nasibini almış. Ortaya son derece eğlenceli, yüksek tempolu, kulüp ortamına uygun, evde de baştan sona dinlenebilecek kalitede bir eser çıkmış. Rex The Dog Show, benim için senenin en iyi elektronik müzik albümleri biri.

Bu arada Jake’in canlı performanslarına da kendi çizdiği, Rex’in günlük aktivitelerinin gösterildiği animasyonlar eşlik ediyor. En kısa zamanda Rex’in ülkemiz topraklarına pati basması temennisiyle, finito.

8 Ekim 2008

Kitsuné'den yeni toplama

maison 6

Favori plak şirketlerimden Kitsuné Music, 6. Maison toplamasını yayınlıyor. 27 Ekim'de resmi olarak yayınlanacak olan Kitsuné Maison Compilation 6 şimdiden internete düştü. Albümün sound'u daha önceki Maison toplamalar göre haliyle daha taze, daha melodik, az biraz daha agresif ve melankolik. Parçalar:

01 - Lo-Fi-Fnk - Want U
02 - La Roux - Quicksand
03 - Pnau - With You forever
04 - You Love Her Coz She's Dead - Superheroes
05 - Ted & Francis - I Wish I Was A Polar Bear (Arctic Urgency Edit)
06 - Digitalism - Taken Away (Instrumental)
07 - AutoKratz - Stay The Same (Edit)
08 - Beni - My Love Sees You
09 - Fischerspooner - Danse en France (D.I.M. Remix)
10 - Etienne De Crecy et Monsieur Jo - Hanukkah
11 - Streetlife DJs - We Love The Disco Sound (Radio Edit)
12 - A-Trak - Say Whoa
13 - We Have Band - Hear It In the Cans (DIY Version)
14 - Heartsrevolution - Ultraviolence
15 - Grovesnor - Drive Your Car (Hot Chip Remix)
16 - David E. Sugar - Although You May Laugh
17 - Appaloosa - The Day We Fell In Love
18 - Piste Presque Fantome - Piste Presque Fantome
19 - The Shoes - L:et's Go

Lo-Fi-Fnk, Pnau, Ted & Francis, (zaten hastası olduğum) Digitalism, A-Trak'in parçalarını çok sevdim, favorim ise bu albümle keşfettiğim New York çıkışlı ikili Heartsrevolution. Parçası Ultraviolence Crystal Castles'ı çok andırıyor, zaten Heartsrevolution'ın Crystal Castles ile beraber bir plak yayınlamışlığı var. Ben ve Lo'dan oluşan Heartsrevolution, Swithblade isimli albümü 21 Ekim'de yayınlanacak, albümün adını veren Swithblade'in Lariots remix'i ise burada

Kitsuné'den daha neler neler çıkmış, eski toplamalarda hangi parçalar varmış, eksiklerim nelermiş diyenler Discogs'dan yararlanabilir.

Babylon'a farklı bir bakış

Photobucket

Mükemmel! (Daha büyüğü için resmin üstüne tık!)